Yiyeceklerimiz Nereden Geliyor

Esra FIRAT

Yiyeceklerimizin nereden geldiğini düşündünüz mü hiç? Örneğin masamıza kadar gelen ekmeğin elde edildiği buğday tanelerinin nereden geldiğini, ana vatanını merak ettiniz mi? Büyük ihtimalle böyle bir merakınız olmamıştır ya da bu kadar merak edilecek olay varken çevrenizde neden böyle şeyi sorgulayayım ki diyebilirsiniz. Açıkçası aynı tepkiyi ben de verirdim, eğer az sonra bahsedeceğim değerli gezi günlüğünü (travelogue) okumasaydım. Where Our Food Comes From [Yiyeceklerimiz Nereden Geliyor] (2011) gezi günlüğü, Arap kökenli Amerikalı yazar, çevrebilimci ve etnik bitki bilimci Gary Paul Nabhan tarafından yazılıp, bizlere yiyeceklerimizin nereden geldiğini bilmemizin şu ana ve gelecek nesillere olan katkısının önemini göstermeyi amaçlamıştır.

Yazarımız, Üniversitesi’nde eğitim gördüğü sıralarda büyük bir bilim adamı olan Rus genetikçi Nikolay Vavilov’u kendine örnek almıştır ve onun bitki bilimine kazandırdığı terimlerden yola çıkarak tarım alanında birçok çalışmalar yürütmüştür. Nabhan, 2005 yılında ise Vavilov’un 1920’lerde gerçekleştirdiği biyolojik çeşitlilik araştırmasında ziyaret ettiği toplam 5 kıta ve 40 ülkeden oluşan keşif gezisinin aynısını yapmayı planlamış, yolculuğa çıkarken Vavilov’un keşfi süresince ortaya çıkan fotoğrafları, belgeleri ve Vavilov’un şahsi notlarını da yanına alıp birebir onun izlediği yolu takip etmiştir. Nabhan bu yolculuk sırasında edindiği her deneyimi, öğrendiği her bilgiyi bizimle paylaşmak adına bu gezi günlüğünü yazmıştır. Bilimsel bilgiler içeren bu gezi günlüğü yazar tarafından ustalıkla öyküleştirilmiş, Vavilov’un hayatından kesitler sunulmuştur. Ben bu yazıda sizlere, on iki bölümlük kitabın ilk bölümüyle ilgili değerlendirmeler yapacağım ve sadece ilk bölümün bile bende uyandırdığı merakı sizlere de hissettirmeye çalışacağım.
”The Art Museum and Seed Bank” [Sanat Müzesi ve Tohum Bankası] başlığı taşıyan bu ilk bölüme Nabhan 1941’de Nazilerin Leningrad’ı işgal etmesiyle başlıyor. Sovyet Rusya’nın başında bulunan Stalin, ülkesinin en paha biçilmez hazinesi olarak gördüğü Hermitage adlı dünyanın en eski ve büyük müzesinin içindeki milyonlarca tarihi eserin (tablolar, heykeller, madeni paralar, mücevherler) boşaltılmasını ve Naziler tarafından bulunamayacak yerlere nakledilmesini istiyor. Bu tahliye kararıyla sadece 6 gün içinde bir buçuk milyondan fazla eser gizli depolara götürülüyor. Böylece, Sovyet Rusya sözüm ona en değerli hazinesini Nazilerin kötü emellerinden kurtarmış oluyor. Ancak bu kısımda devreye Vavilov’un kurduğu tohum bankası giriyor. Aslında belki de ülkenin asıl büyük hazinesi olan 384.000 çeşit tohuma ev sahipliği yapan bu Tohum Bankası, Sovyet Rusya tarafından önemsenmiyor. Vavilov yıllar süren gezisinde dünyanın dört bir yanından topladığı tohumları bu bankada toplayıp bunların üzerinde çeşitli genetik çalışmalar yapıyor, bu çalışmaların sebebi ise dünya üzerindeki kıtlıklara son verip tarım üretimini artırmak ve insanlara daha çok besin kaynağı sunmak. Bu tohumların sadece insanlarda üstün ırk aramayan, tarımda da en iyi seçilmiş tohumları isteyen Nazilerin eline geçmesinden korkan Vavilov, Stalin’den yardım istiyor fakat Stalin Hermitage’ın tam karşısında bulunan tohum bankasına yardım etmeyi reddediyor. Bunun üzerine Stalin, Vavilov’un çalışmalarının devlet bütçesini boşa harcayan bir takım elit saçmalığı olduğunu iddia edip, bu büyük bilim adamını hapse mahkûm ettiriyor. Maalesef Nikolay Vavilov, kıtlığa çare bulmak isteyen insan hapishanede açlıktan ölüyor.
Kitabın ilk bölümünde anlatılan bu olaylar beni dehşete düşürdü. Nasıl olur da tohum ıslahı ve kıtlığa çare olacak tohum genleri üzerinde yapılan çalışmaların yürütüldüğü tohum bankası, bir ülkenin kültürel mirasından daha az önemli olabilir? Nasıl olurda böyle bir dahi ölüme terk edilir? Hele ki bu dahi modern tarım teknolojisinin temellerini daha o yıllardan atmışsa, biyolojik çeşitliliğin kayboluşunu yüz yıl önce fark etmişse, genetik kaynakların önemine dikkat çeken ilk insan olup bir de dünyanın ilk ve en kapsamlı genetik bankasını yaklaşık yüz yıl önce kurmuşsa. Elli beş yıllık yaşamına birçok başarı sığdıran Vavilov, bir yirmi yıl daha yaşasaydı kim bilir daha neler katardı bilime?
Bugün halen Vavilov’un ismiyle kullanılan onun yıllar önce ürettiği orijin merkezi kavramı bizlere tohumların aslında nereden geldiğini söylüyor. Burada yazıma başladığım kısma bir dönüş yapmış oluyoruz. Yiyeceklerimizin nereden geldiğini biz hiç düşünmemiş olabiliriz ancak Vavilov bunu yıllar önce düşünmüş ve buna göre 8 orijin merkezli bir tablo yapıp bunu bizlere sunmuştur.

Bize düşen görev ise bu yiyeceklerin nerelerden geldiğinin farkına varıp, zor şartlarda toplanan tohumların dünya üzerinden yok olmasını önlemek çünkü bu tohum kaynaklarının çoğu şehirleşme, arazilerin tarıma açılması gibi insan faaliyetlerinden dolayı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Biz 1941 yılında yapılan hataya düşmeyip Vavilov’un bize bıraktığı mirası sahiplenip, insanlara bizim için çalışıp didinen Vavilov’un öyküsünü anlatalım.
Kaynakça
Gary Paul Nabhan. Where Our Food Comes From: Retracing Nikolay Vavilov’s Quest to End Famine. Island Press, 2011.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türkiye'nin en iyi hd film izle sitesi.
Seo'nun en iyisi Ankara Seo danışmanlığı
Türkiye'nin en iyisi replika saat